Zengin, soyut ve tasavvufi bir vaha
Beyoğlu’nda, tarihi bir apartman içindeki şahsına münhasır bir atölyesinde Sanatçı Cengiz Yatağan’ın katmanları içinde kaybolduğumuz atölyesinde derin bir huzur var. Mimari ve iç mimari çalışmasını kendi yaptığı atölyesinde neredeyse renklerin ve fırça darbelerinin fısıltılarını, derin anlamlarını duymak mümkün.
Beyoğlu’ndaki tarihi apartmanlardan birinde sessiz sedasız üst kata çıkarken incelenecek çok şey var: Ahşap bir asansör, sonsuza uzanır gibi duran ağaç tırabzanlar ve açık hava hissi verecek yükseklikte tavanlar… Sessiz sakin bir kapının önünde zili çalıp bekliyoruz:
Dev kapı ardına kadar açılıyor ve işte Sanatçı Cengiz Yatağan’ın atölyesindeyiz. Benzersiz, kendine has, sizi garip bir huşu ile sarıp sarmalayan bir atmosferi var. Dinlendiren, ufuk açan ve baktıkça zenginleşen detaylarla dolu bu atölye, aynı zamanda kendi kendini sergileyen bir daire. Dev bir koridor, dairenin her köşesinde tüm özgüveniyle sizi karşılayan eserler… Cengiz Yatağan’ın o kendine ait, derin manalarla renklendirdiği çalışmalarını yakından keşfetme şansını bulduğumuz güneşli bir bahar gününde, tüm mimari renovasyonunu ve iç mimari çalışmasını kendi yaptığı mekanını onun ağzından ilham alarak dinliyoruz.
Bir parça-bütün ilişkisi etrafındasınız. Çalışmalarınızla böyle bir bağlantı kurmaya ve bu ana temaya hâkim olma hikayesine ne zaman başladınız?
Evet, sanırım insanlar kendini keşfetmeye başladıkça, kendisi ile alakalı yeni bir şeyler buluyor. Yaşamın içindeki tecrübesi ile de anlamlandırıyor. Yani ben kendimi keşfettikçe ve sorguladıkça hep yeni bir şeyler öğrenmenin, büyümenin ve eksikliklerin hep tamamlanması misyonunun içinde buldum. Ve kendinizi sorguladıkça, aldığınız cevapların üzerine gittikçe büyüme ve gelişme sınırsızlaşıyor. Tabi bu, sadece mental manada değil ruhsal manada kendinizi tatmin etmek üzere kurulu olan dünyada. Sonuç da vardığım nokta şu oldu: Ne kadar tamamlarsanız tamamlayın ne kadar koşturursanız koşturun içinizde her zaman eksik bir parça kalacak. Bence bunun manası da monoton bir yaşam sürmemeniz gerektiğini vurgulayan bir şey. İnsanın hep eksikliğinin olması onu rahatsız edeceğinden, hep bir arayışın içinde olmasını gerektirecek ve yaşamdan keyif almasını sağlayacak bir dürtü. Bilinmezliğin peşinden gitmek, riskler almak yaşamın kendisinin getirdiği güzellikler diye düşünüyorum. Ancak ve ancak eksikliğiniz elif olduğunuzda tamamlanacaktır.
Daha önceki atölyeniz de Beyoğlu’nda idi. Burasıyla nasıl bir bağınız var?
Beyoğlu’ndaki bağım şundan kaynaklanıyor: Bana İstanbul’un kalbi ve kültürün, yaşanmışlıkların, natürelliğin, eskiliğin enerjisini doya doya hissedebileceğiniz bir yer gibi geliyor. Ve bu bölgede olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Bu bölgede 150 yıllık 3 adet tarihi eser statüsündeki binayı renove ettim. Onlara 100 yıl daha ayakta durabilecek enerji kattım. Her geçen gün bağım daha da kuvvetlendi. Bugüne kadar Beyoğlu bölgesinde üç ofis yerim oldu ve hepsi tarihi eser binalardı. Yüksek tavanlı, yaşanmışlığın izleri ile dolu bu yerlerden çok beslendiğimi düşünüyorum. Artık benim vazgeçilmezlerimden oldu.
Beyoğlu’nda tarihi bir apartman dairesindeyiz. Bu büyük ve başlı başına bir eser olarak görebileceğimiz daireyle yolunuz ne zaman ve nasıl kesişti?
Şöyle ki, benim 30 metre ötesinde yine bu kıvamda bir yerim vardı. Onunda renovasyon süreci gelince binadan ayrılmak zorunda kaldım. O yüzden sahiplerini tanıdığım bu binada boş yer çıkmayacağının ümitsizliği ile arayıştayken şansıma bir dairenin üç ay sonra boşalacağını duydum ve burayı tuttum. Kimselere vermeyin dediğim bir süreç ile başladı. Ve gerçekten çok mutlu oldum. Çünkü bu bina, Beyoğlu’nda kitaplara girmiş yığma bina olup ilk betonarme kaset döşeme yapılan bina aynı zamanda. Çok iyi korunmuş, Beyoğlu’ndaki tek taş binalardan.
Atölyenizin mimari anlamda hangi çalışmaları oldu? Renove kısmında neler yapıldı?
Bina renovasyonunda tecrübelerimden dolayı kiralık yer olmasına rağmen, hakkını vererek renove etmek istedim. Mimar Sinan’dan arkadaşlar ile tavanların temizlikleri yapıldı; sadece o temizlik süreci bile üç ay sürdü. Sonra doğramaların üzerinde yıllarca her gelen yağlı boya ile boyadığı için artık ahşabın nefes alamaz halini üzerindeki boyaları sıyırarak natürel hale getirdim. Ve sadece koruma cilası atıp öylece bıraktım. Zemini ise zaten dökme mozaik olduğundan sulu silim yaparak temizlettim. Eksik noksan parçalarını tamamladım. Yani dairede zaten var olan güzellikleri ortaya çıkardım. Ondan sonra da tavan zemin ve doğrama üçlüsünü bir araya getirebilmek için terakota rengine yakın bir renk ile tüm bunların birleştirilmesini sağladım. Ortaya da natürelliği bozulmayan kendi güzellikleri ile ortaya çıkan bir daire oldu.
İç mimarisiyle farklı bir çizgide adeta katmanlar halinde ince çalışılmış bir mekân tasarlamışsınız. Bu mekânın ruhunu ya da çizgisini sizden dinleyebilir miyiz?
Dekorasyon süreci tamamlanınca zaten natürelliğinden ve hissiyatından dolayı çok benimsediğim bir yer oldu. Ben de kendime ait eski ofisimdeki tüm malzemelerin yerleştirmesini yaptım. Enerjisinin hissiyatının değişmesini hiç istemedim. Zaten bu şekilde bile doğrudan beni yansıtıyordu. Ara ara gezerken, dolaşırken gördüğüm tarihi eser ve eski antika parçalar ilave ederek bugünkü haline getirdim. Enerjisi benimle o kadar bütünleşen bir yer ki çok büyük keyif alarak kullanıyorum. Ve eserlerimi burada üretiyorum.
Soyut bir anlayışı tasavvufi yaklaşımlarla harmanladığınız, detayların zenginliğine vurgu yapan bir çizginiz var. Sanatınızın ilham kaynakları neler?
Teşekkür ederim, öyle algıladığınız için çok mutlu oldum. Dışarıdan çok görünebildiğini sanmıyordum. Benim için sanatın ilham kaynağı, her zaman herkese her yerde söylediğim gibi: Kaynak, sadece hayat, yaşam, tecrübeler, analizler, yansımalar, hisler… Yani bir insanın ruhunda, içinde olan ne varsa onların dışa yansıması. Hangi medyum ya da materyal kullandığınızın önemi yok, önemli olan dışa vurumu ne ile yaptığınız… Daha net algılanabilir olması için yaptıkça yapmanız gerekiyor. Ve o yaptığınız işi harcadığınız zaman ne kadar uzun oldukça manası algısı netleşmeye başlıyor. O sebepten dolayı sanatçı doğulmaz, sanatçı olunur. Her insanın içinde var olan bu naif güzellik sadece dışa vurgulanması gereken bir gerçeklik. Ben kendimi çok şanslı hissediyorum ki yaşam bana bu fırsatları vermiş ben de iç sesime göre değerlendirebiliyorum.
Dekorasyon içinde sanata ait parçaların dahil olma sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu denge nasıl olmalı?
Dekorasyon süreci binanın kondurulduğu lokasyondan, toprağın enerjisinden, binanın dizaynından ve sahibinin güzelliklerinden başlar. İster iş yeri olsun ister yaşam yeri olsun. Bu her iki yerde insanlar çok zaman geçiriyor ve bu yerler kişilerin hem huzur bulduğu hem de kendini güvende hissettiği yerler oluyor. O yüzden bu yerlerde yabancılık çekmemeleri için mutlaka dekorasyon yapılırken kendi ruhunu, zevklerini, kişiliklerini yansıtabilecek şekilde düzenlemeleri gerektiğine inanıyorum. O zaman hem daha huzurlu hem de daha bütünleşmiş şekilde kendilerini görebilirler.
Çevre ve Sokak Hayvanları Derneği ile bir sosyal sorumluluk projesine dahil oldunuz. Yollarınız nasıl kesişti?
Ah evet, bir arkadaşım sayesinde yollarımız kesişti. İlk Ortaköy’de Kült adlı mekânda sanatçı arkadaşlarım ile Çevre ve Sokak Hayvanları Derneği yararına bağışladığımız eserlerden elde edilen gelirler ile barınaklar gıda ve veteriner giderleri karşılandı. Çok başarılı bir bağış gecesiydi. Böyle bir geceye dahil olduğumuz için ve bir nebze hayvanlara yardımda bulunabildiğimiz için çok mutlu olduk. Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra tekrar böyle bir organizasyon yapma gereği duyunca bu sefer dernek ile birlikte mart sonunda benim atölyemde bir organizasyon düzenledik. Gelirini de sokak hayvanlarına bağışladım elde edilen gelir var olan barınakların geliştirilmesi, büyütülmesi, mama ve tıbbi giderleri ile veteriner masraflarının karşılanmasına yönelik oldu.
Çokça enstrümanı atölyenizde görmek mümkün. Müzikle nasıl bir bağınız var?
Müzik beni hayatımda vazgeçilmez. Ben atölyeme geldiğimde ışıkları açmadan önce müziğimi açan biriyim. Uyandıktan sonra uyuyana kadar hep müzik dinlerim. Müzik benim modumu çok değiştirir. Baya kendimi müziğe kaptırır, müzikle bütünleşirim. Hangi dilde müzik çalarsa orada kendimi bulurum. Eser üreteceğim zaman farklı müzik dinlerim, ofisimde otururken farklı müzik dinlerim. Enstrüman çalmak hoşuma gider. Genelde perküsyon çok severim, cajon çalarım. Eskiden çalan müziğin üzerine saksafon ritim basardım. Şimdi sadece cajon çalıyorum. Bu arada en sevdiğim ses, ney sesidir. Bir dönem de olsa kısa bir süre üflemişliğim vardır. Çok ağır manası ve felsefesi olan bir yaşam biçimini içinde barındıran, hu sesi çıkaran Allah’ın bize sunduğu güzelliklerden biri diyebileceğim bir şey. (Müzik aleti diyemiyorum, tam kelimesini bulamadım. Kendi ağırlığı ile örtüşmesi gereken bir kelime olmalı.) Tekrar üfleyebilmek için kendimi buna hazır hissetmiyorum. Ama bütünüyle neyzen kıvamında üflemek isterdim.
Yakın zamanda sizi görebileceğimiz bir sergi olacak mı?
Evet sergilerim hummalı bir şekilde devam ediyor. Londra, Dubai, New York, İstanbul gibi yerlerde sergilerim olacak. Bazılarının tarihleri kesinleşti bazıları hala belirsiz. Ama çoğu karma sergiler… Yakın bir zamanda da yurt dışında güzel bir solo sergi yapmak istiyorum.