Contemporary İstanbul’un ardından
Bu yılın Contemporary İstanbul’u pandemi gölgesine rağmen bildiğimiz kalitedeydi. Hatta her yıl biraz daha fazlası bile diyebiliriz. Etkinliğin ardından bıraktıkları nelerdi, ne anlama geliyordu, nasıl hissettirdi diye düşünürken tüm bunları etkinliğin dört kahramanıyla değerlendirmek istedik. Küratörler ve sanatçılarla Contemporary’nin ardından biraz konuştuk.
HAREKET EDEN ANILAR SERGİSİ, FİŞEKHANE
Küratör Ayça Okay
Beş aylık bir çalışma sonucu ortaya çıkan “Hareket Eden Anılar” sergisi, Türkiye Çağdaş Sanatı’nın önde gelen iki büyük kurumunun zor zamanlarda sanata alan sağlamaya devam etme misyonu ve COVID-19 pandemisinin etkilerinin yarattığı negatif ruh halinin kentlilerdeki izlerini biraz olsun silebilmek adına olan tutkusunun meyvesi. Profesyonel ekiplerin -tabir-i caizse kelebeğin kanatları gibi- uyumlu şekilde çalışması ve maksimum optimizasyon yetileri ile sergiler planlandıkları gibi açılışa hazır hale getirildi ve izleyicilerin beğenisine sunuldu.
Hareket Eden Anılar” sergisi yaşadığımız kentin yalnızca ekonomik takas ve yüksek ölçekte sanayi alanı olmadığını, çok katmanlı yapısı ile sosyo-kültürel değerlere anı ve duyguların takasına ev sahipliği yapan sonsuz zenginliklerle dolup taştığını yeni medya ve fotoğraf bağlamında izleyici ile buluşturan bir sergi. Kavramsal çerçeveyi oluştururken Fişekhane binasının mimarisi ve etrafını kabuk görevi görerek saran çağdaş yapılar ilham kaynağım oldu diyebilirim. Binanın morfolojisindeki tekrar eden imgeler, eserlerdeki tekrar eden hareketli ve hareketsiz imgelere eklenerek bütünlük oluşturuldu. Ayrıca küratöryel bağlamda sergi mekanının bazı bölümlerinde oluşturduğumuz yeni medya ve fotoğraf eserleri karşılıklı konuşan ikililik haline yerleştirmemiz de teknoloji ve sanatın gelişim yolculuğunu gözler önüne sermemizi sağladı.”
Vakıf 4. Sergisi ile Fişekhane’deki Cocoon sanat alanında ziyaretçiler ile buluşuyor. Sergi düzenlemek, temasını oluşturmak nasıl bir çalışma gerektiriyor?
Bugün pek çok sanat kurumu pandemiye göre sergi programlarını düzenlemek durumunda kaldı. Öncelikle şunu söylemek isterim; Contemporary İstanbul Vakfı olarak biz 2020-2021 yılında hız kesmeden tüm sanat takvimimizdeki etkinlikler kısıtlamalar çerçevesinde yoğun şekilde izleyici ile buluşturmaya devam ettik. Kolay olmadı diyebilirim ancak işini severek yapan bir takım ve doğru hedeflere yönelmemizi sağlayan liderler var arka planda. Vakfımızın birincil hedefleri arasında özel koleksiyonları kamu ile buluşturmak, yurtdışındaki sergileri İstanbullular’a sunabilmek ve Güncel Sanat ortamında gelişmelerin yakın takipçisi olarak Türkiye’de öncü projeler yapmak var. “Hareket Eden Anılar” ise zor zamanlarda iş birliği yapmanın ne denli değerli olduğunu gösteren kıymetli bir sergi. Küratör olarak bir sergi düzenlemenin kesinlikle bugünden yarına olmayan ciddi bir süreç olduğunu söylemek isterim. Hazır bir sergiye ev sahipliği yapmadığınız halde yeni bir sergi yapmanın düşünsel süreci benim özelimde minimum altı ay sürüyor. Hareket Eden Anılar’ı ele alacak olursak Borusan Contemporary Koleksiyonu’nun müze yönetim ekibi ile birlikte analizini yaptıktan sonra 1,5 yıldır üzerine düşündüğüm Fişekhane’nin mimari yapısı ve strüktüründeki modüllerin çevreye olan entegrasyonuna yoğunlaşmam gerekti. Sergi mekanı ve eser seçimi bir serginin kavramsal çerçevesini oluştururken en belirleyici iki unsur. Bir de tabi ortaya ne koymak istediğimi uzun uzun düşündüm. Vakfımızın mekanı Cocoon sanat alanı, sanat rotası için yeni bir soluk niteliğinde… Zeytinburnu ve etrafındaki sekiz milyonluk popülasyona kültür sanat bağlamında kucak açıyor. Kent ve kentlilerin ilişkisini mimari ile yeni medya perspektifinden anlatmayı isterken en büyük motivasyon, interaktivitenin desteği ile çevre ve doğa farkındalığı da yaratabilmekti. Seçtiğim bazı eserlerin mizahi yönü çok kuvvetli ve bu etkiyi hayli yaratabildiğini düşünüyorum.
Fişekhane’nin mimarisinden de ilham alan sergi ile ilgili sanatseverlerin yorumları nasıldı? Sizi en çok etkilen yorum ve tecrübe ne oldu?
Geçen senenin Ağustos ayında ilk kez Fişekhane’ye doğru yola çıkarken navigasyonum beni öncelikle hayrete düşürdü. Uzun zamandır bir sergi alanı için tarihi yarımadanın bu denli uzağına gitmemiştim. Elbette geldiğimde gördüklerim beni olumlu anlamda hayrete düşürdü. 1840’lı yıllarda militer fonksiyon ile yapılmış Osmanlı İmparatorluğu’na ait top, tüfek fabrikası 100 yıl sonra kültür sanat ve ortak yaşam alanı olarak çağdaş tipte yapıların merkezinde kalmış. Zarif bir kabuk gibi Fişekhane’yi saran yeni tip yapılar ve Boğaz’ın suyu gibi farklı katmanların bir araya gelmesi aslında kent ve kent yaşamı ile insanları yani İstanbul’u konu alan bir sergi fikrini aklıma sokmuştu. Sergiye gelen ziyaretçilerimizin de aynı hissiyata kapılması açıkçası bizi mutlu ediyor. Öncelikle Fişekhane’ye büyük bir hayranlık duyuyorlar ve böyle bir yapının sanat etkinliği bağlamında karşılarına çıkmasından dolayı memnuniyetlerini dile getiriyorlar. Ziyaretçilerden birisinin artan müsilaj ve deniz canlılarının yaşamının tehdit altında olması gündemdeyken yaptığı yorum beni derinden etkilemişti. Bomoon’un Boğazda Yansıma isimli eserini görünce Boğaz’ın eski temiz, berrak, pırıl pırıl mavi suyunu hatırlayan izleyicinin gözleri dolmuştu. Şimdilerde hasret kaldığımız bu manzarayı hatırlattığımız için teşekkür etmişti… Bir de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na Daniel Canogar’ın rögar kapağının içine projeksiyon ile atıkların yansıtıldığı eserin başında dururken “sanatçı en son ne zaman bir rögar kapağının yanından geçerken durup baktınız sorusuna dikkat çekmek istiyor” dediğimde verdiği cevap “Ben her gün bakıyorum” olmuştu ve hepimizi tebessüm ettirmişti.
“EGEMENLİK” ESERİ, PERİLİ KÖŞK
Sanatçı Kathrin Stumreich
2009’dan beri film teknolojisinde ses kaynağı ve 14 yaşından beri tekstil üzerine çalışıyor. Daha sonra ise nesnelerin motor kontrollü hareketine giriyor ve bu iki kaynağı birleştiriyor. Bir kumaşın bir daire içinde gevşekçe dönmesine izin verebileceğini ve onu dinleyebileceğini düşünüyor. Bu, sürecin heyecan verici ve öngörülemez olmaya başladığı yer. İnce ipek odadaki esintiye tepki verdiğinden, hem havada hem de zeminde dönen ince tozlar ve bu da sesi etkilediğinden, yerleştirildiği yere bağlı olarak kurulumun farklı ses çıkardığını görüyor. Sanatçı Kathrin Stumreich, kendi eserinin yaratım sürecini böyle özetliyor.
Egemenlik ismini verdiğiniz eseri sizden dinlemek istesek, neler söyleyebilirsiniz?
Benim için önemli olan, eserin politik yorumlar olmadan zevk alabilmesi ve sadece estetiğinin çalışmasına izin vermesi. Yarattığım eser beni sakinleştiriyor; çünkü kumaşın çırpınışını saatlerce izleyebilirim. Yakınlarda oturmayı ve rüzgarın, esintinin ve sesin beni etkilemesine izin vermeyi seviyorum. Ayrıca, koreografide bana bir Yunan mermer heykelinin katlanmış togasını hatırlatan ipek kıvrımlar var. Ama aynı zamanda insanlara sesin nasıl oluştuğunu da anlamalarını isterim. Sesin prensibi filmdeki sestir. Ben film yerine tekstil kullanıyorum. Bu durumda ışık, bir lazer bir sensöre çarpıyor. Bu lazer tonunu kesen her şey de ses üretir. Şimdi tek bir iplik bu lazeri keserse, bu ses ile sonuçlanır. Birden fazla ipliğe sahip bir doku bu lazeri kesiyorsa, başka bir ses çıkar. Ve bir doku lazerden daha hızlı veya daha yavaş çekilirse, yine farklı bir ses çıkarır. Bir kumaş lazerden daha hızlı veya daha yavaş çekilirse, yine farklı bir ses çıkarır. Kumaş kat kat olsa bile kulağa farklı geliyor. Bu, kumaşı olabildiğince çok koreografik öğede (yavaş, hızlı, yukarıdan aşağıya, soldan sağa, çapraz olarak) hareket ettirebileceğim ve böylece bir kompozisyonun öğelerini elde edebileceğim anlamına geliyor. Programcım ve ben bu koreografiyi, hareket halindeki ipek tarafından güzel bir ton ve heyecan verici form oluşturulana kadar prova ediyoruz.
“Egemenlik” eserinin European Soundart Award 2018 ödülüne layık görülmesi sizin için ne anlama geliyor?
Ses sanatının Almanya’da özel bir geleneği olduğu için ödül benim için çok şey ifade ediyor ve böylesine yüksek nitelikli bir jüri tarafından seçilmek benim için özel bir onurdu. Ödül, Skulpturenmuseum Glaskasten Marl ve WDR Cologne ile yakından bağlantılı. Skulpturenmuseum koleksiyonu bana Alman ses sanatının tarihi hakkında harika bir fikir verdi. Glaskasten Marl’a bağlı sanatçılar ağı çok kişisel. European Soundart Award ağında birçok arkadaş edindim, birçok iş birliği oluştu ve beni de Borusan Contemporary’ye yönlendirdiler.
“DEVİNİM” ESERİ, BAKSI MÜZESİ
Sanatçı Osman Dinç
Bu yıl Contemporary İstanbul’a Baksı Müzesi ile katılan Sanatçı Osman Dinç’in, burada sergilediği eserler, önümüzdeki aylarda Baksı’da açmaya hazırlandıkları kapsamlı bir serginin öncesi veya ön habercisi. Aynı zamanda 20 yıllık bir çalışmanın ürünü.
Baksı Müzesi standındaki heykelleriniz bizi büyüledi. Nasıl bir yaratım sürecinden geçildi?
Baksı Müzesi standında sergilediğimiz eserler, öteden beri yapılmış bir dizi eserden, atölyemde olanlardan bir seçme. Pandemi nedeniyle Türkiye’ye gelemediğimden bu sergi için Ankara’daki atölyemden Erdal Duman ile beraber seçtiğimiz eserlerden bir derleme ile Contemporary İstanbul sergisini gerçekleştirdik. Benim çalışmalarımda yaratım süreci, 50 yıldan beri devam eden, yaptığım bir işin bir başka işime ilham vermesi şeklinde sürekliliğini içinde taşıyan bir olay. Kısacası yaratım olayı bir yaşam tarzıdır. Bu sergi, önümüzdeki aylarda Baksı Müzesi’nde gerçekleştireceğimiz kapsamlı bir serginin habercisi demiştim. Yapacağımız serginin ismi “Gözlem Evi” olacak. Baksı Müzesi’nin dünyada benzeri olmayan özel konumu ve bulunduğu doğal ortam, beni oraya özgü bir eser üretmeye davet ediyor. Müze yapısı tıpkı bir rasathane gibi gökyüzüne bakıyor. Geriye dönüp Anadolu’nun tarihine bakıyor.
“Devinim” nedir?
Bu düzenleme, evrende ve yaşamda, her şeyin birbirinin etrafında devinim halinde olduğu dinamik bir sisteme gönderme yapıyor. Evrende denge diye bir şey yoktur ve her şey devinim halinde olan dinamik bir sistemin içindedir. Evren genişler ve genişledikçe soğur, canlılar büyür, yok olur ve tekrar doğar. “Devinim” düzenlemesi, zaman – mekan olgusunun anlatımıdır aynı zamanda. Sarkaçlar, saat sarkacı gibi zamanı, çizdiği daireler ise mekanı simgeler. Mesela hidrojen atomunda olduğu gibi… Hidrojen, bir proton ve onun etrafında dönen bir elektrondan oluşur. Devinim halinde kendi mekanını oluşturur. Ayrıca, evrende en büyük eleman mekandır, boşluktur. Zaman ve mekan Einstein’a göre aynı maddedir. Burada yapılmak istenen, bu fiziksel gerçeğin bir şekilde sanatsal dil ile biçim almasıdır. Devinim… Devinim aynı zamanda bütün canlıların da işgal ettikleri, savundukları alandır. Hayati bir alandır, yaşayabilmeleri için muhtaç oldukları, yani mecburi bir mekandır. Devinim bu mekan içerisindeki hareketliliktir. Tabii insanlardaki bu devinim olayı, mekan olayı, alan olayı birbiri ile iç içedir. Contemporary İstanbul’da Baksı Müzesi standında sergilediğimiz düzenlemede olduğu gibi… Aslında bu olayı, içinde bulunduğumuz evrenin dışında onunla çakışan, başka boyutlarda başka evrenlerin de olduğunu astronomiyle uğraşan bilim insanları teorem olarak ileri sürüyor.
OLAN VE AŞKINLIK SERGİSİ, AKBANK SANAT
Küratör Hasan Bülent Kahraman
Sergi, çok şey ifade ediyor. Olan, hal anlamına geliyor. Başımıza gelen, yüz yüze kaldığımız, cereyan eden, tanık olduğumuz. Bu her neyse odur. Mevcut koşullarda pandemidir, covid’tir, hastalıktır. Kapanmadır, darlıktır. Soyutlanmadır. Bunlar olumsuz olduğu kadar da fiili durumlar. İnsan fiili olanla ona ürettiği cevap arasındaki varlıktır. “Bizi geliştirdiğimiz seçenek, çözüm meydana getirir ve belirler. Bahsettiğim gerçeği sanat yapıtına uyarladığımızda aşkınsallık öne çıkar. Sanat yapıtının bir “olan” boyutu vardır, o onun fizik gerçekliğidir. Ama her sanat yapıtı gerçekten aşkınsallaşarak uzaklaşır. “Gerçekçi” sanat için de bu durum aynen geçerlidir. Sanat gerçekliğe o iddiayı taşısa bile ontolojik olarak tekabül etmez. Sanat her zaman bir “öte/meta” düzeydedir. Aşkınlıkla bu sergide durumun gerçekliğine verilen ve özünde aşkın olan yanıtı vurguladık. Sanatın şamanistik boyutuyla uğraşacak halde değiliz. Sanat yapıtını gerçekliğine iten odur: Aşkınsal dokusu ve gücü. Bu gerçeği kavramak için de mutlaka Kantçı olmak gerekmiyor.”
Böyle bir serginin küratörlüğünü üstlenmek ve birçok sanatçıyı bir araya getirmek, nasıl bir proje?
Zor ve ilginç. Sergiyi geçen sene Kasım ayındaki CI fuarı için düşündük. Olmadı, Aralık ayına ertelendi. Fiziki olarak gerçekleştiremedik. Sanal fuarda sergiledik. Bazılarını tatmin etti, bazılarını etmedi. Anlaşılan görsel yapıtı elektronik ortamla bazı düzeylerde özdeşliyor bazı düzeylerde başaramıyoruz. Sergiye dönelim… Önce başka bir adla düşündüm. Doğal. Ekim’den itibaren hazırlandık. Pandeminin en şiddetli olduğu dönemdi. Ben de sergiyi direniş ve festival kavramlarına yasladım. Pandemi çok zorlu bir olgu ama insan direnen bir varlık. En büyük acılara, yılgınlıklara direniyor. Karşımızdaki en eski örnek Prometheus. Biz de olanca ağırlığına ve yıldırıcılığına rağmen pandemiye direniyorduk. Bakhtin’den başlayarak hatta Diyonisos’tan bugüne, Nietzsche’nin yeniden konumlandırışından bugüne festivite direnişle eştir. O sergi bu planda cereyan etti. Sanatçılar, o kapanma, darlık günlerinde ürettikleriyle katıldılar. Bazı yapıtlar o çabayı çok açık şekilde yansıtıyordu. Sanal ortamda o gösterimle ve kurguyla yer aldık. Sonra Haziran ayında fiziksel fuara geçildi. Sanatçıların bir bölümü yapıtlarını değiştirdi. İlk sergiden sonra da çok uzun zaman geçmişti. Bu defa ben de kavram çerçevesini değiştirdim. Sanatçıların yeni yapıtları bu çerçeveye oturdu. En nihayet sergiyi kurduk. Kurgulama benim için çok önemli. Küratörlük bir kavram bulup yazı yazmak değildir. Aynı zamanda o yapıtları boşluktaki mekana ve mekanın boşluğuna yerleştirmektir. Akbank Sanat için sekiz hafta boyunca düzenlediğim seminerlerde anlattığım gibi, küratörlük bir sökme ve yeniden kurma pratiğidir. Çünkü yapıtın anlamı sonsuzdur. Ve o anlam daima ıraksaktır. Biz mutlak anlamı küratörlük düzeyinde yakalayamayız. Göreli bir anlam tutturabiliriz en fazlasından ve anlamın zamanla aşınacağını, aşılacağını bilmek gerekiyor. O gün için küratör o yapıta yüklediği anlamı en iyi şekilde yansıtacak sunumu da bulmak zorundadır. Bu serginin teatral boyutudur. Ben bu pratiği çok önemsiyorum. Sergiyi kavramsal çerçeveyi en üstün şekilde yansıtacak ve yapıtın anlamını en üst düzeyde vurgulayacak şekilde tasarladık. İşte, zor ve ilginç bir sergi çıktı ortaya. Karma sergilerin, bir anlam çerçevesinde bir araya gelseler de, yer alan yapıtların birbiriyle eklemlenmesi, etkileşimi gibi bir boyutu var. Kurguda bunu da özellikle öne çıkardık. Son kertede çok canlı, üretken ve doğallıkla fuarın en etkileyici sergisi çıktı ortaya. Doğal diyorum çünkü, galeriler satışa sundukları yapıtları gösteriyordu. Biz büyük bir sergiyi tasarladık.
Hazırlayan GÖKÇE KARAMAN ÖNEMCİ